27 Eylül 2011

Saç Kestirmek: Kendini Değiştirmenin En Evcil Yolu!

Bir bayanın saçıdır onun en büyük özgürlüğü! Çoğu zaman hayatına şekil verir. Giyeceği kıyafeti, yapacağı hafif makyajı (hafif diyorum çünkü ben ağır makyaja karşıyım) hatta süreceği ojenin rengini bile saçlarının ruh haline göre belirler.
Yorgunsa eğer saçlar, bi kot bi tişört yeter onları tamamlamak için. Ama taranmışsa bir güzel, upuzun dalgalı ya da dümdüz bir biçimde bırakmışsa kendini omuzlardan aşağı doğru o zaman giymek lazım işte en güzel elbiseleri!
 Kurtarıcıdır çoğu zaman saçlar! Sıkılırsın, bunalırsın, yere göğe sığamaz, sığdıramazsın ruhunu. İşte o zaman hayatına şekil veremeyince gider saçına şekil verirsin. Sadece şekil vermek değildir alınan o karar; cesursan artık kısacıktır saçların…
Bende böyle bir şekil girişiminde bulundum ve deli

26 Eylül 2011

Uydu mu, Uymadı mı!

Dünyanın bilmem neresine uydu düşer bizim evde olay olur. O derece gündemi yakından takip eden bi ailem var çok şükür bin şükür :P
Bu sabah uyanır uyanmaz salona hızlı bir dalış yapıp heyecanlı bir ses tonu ile ‘baba haberleri açsana uydu düşcekti düşmüş mü bi bakalım’ dedim. Bigün öncesinden görev dolayısıyla akşam haberlerini izleyemeyen babam şaşkın! Bi yandan ne uydusu diyerek bi yandan da haber kanallarından birini açtı baktık ki haber maber yok. Sonra ben bi koşu evde annemi bulup ‘anne uydu düşmüş mü, nereye düşmüş haberin var mı?’ dedim. Artık bu uydu beni nası bi etkilediyse :) Annem de tabi ‘he evet bu sabah bizim apartmanın önüne düştü kendisi, bende gittim hemen topladım altın kaplamalardan, hadi köşeyi döndük’ edalarıyla kafa bulmalar… :(
Hiç halden anlamıyo bu ebeveynler ya! Belli ki önemli benim için bu NASA parçası olan uydu niye anlamıyosunuz!!!
Belki kendimle ilgili çok gizli bilgilere ulaşıcam, belki bi kara kutusu filan vardır olamaz mı yani :p
Neyse ben meraklı  elimde kumanda zap map

24 Eylül 2011

Bi susun artık!!!

Susmayan ne de çok ses var hayatlarımızda…
Hepte gereksiz, hepte detone sesler.
Oysaki kulağımıza hep o çok sevdiğimiz kendimize cuk diye oturttuğumuz ruh halimize uyan melodilerin tınısını, annemizin sesini, minik bir kedi yavrusunun miyavlayan masum sesini, kiminden romantik, kiminden neşeli, kiminden melodik sesleri duysak ya hep! Neyse işte diyeceğim o ki çoğaldı artık hayatlarımızda susmayan seslerin tınısı!
Cep telefonlarımız bankalardan, ürün tanıtımlarından, iletişim şirketlerinden dolayı susmuyor, kapımızın zili yok sucu, yok kargocu, yok bilmem kim bu apartmanda mı oturuyor diye susmuyor, televizyonumuzun sesi susmuyor hatta bilgisayarımız

23 Eylül 2011

Yalnızlık aslında hep var ya da hiç yok!

"İnsan yalnız kalamaz yapamaz ooooo!...  
Döner durur yatağında uyuyamaz oooo!”
Yalnızlık yalnızlık diye habire dillendirdiğimiz şey zaten bizimle birlikte varolan süregelen bişey. Yani ben bi insanın ‘yalnız kalmak istiyorum’ ya da ‘beni yalnız bırakın’ gibi isteklerine anlam veremiyorum.
Hepimiz zaten kendimizi en iyi tanıyan bireyler olarak içimizde sımsıkı tuttuğumuz, sakladığımız benliklerimizle birlikte yalnız değil miyiz!!!
Hani üstad Özdemir Asaf diyoya ‘Artık beni kimse yalnız bırakamaz’ diye, işte aynen öyle çünkü zaten yalnızlık var toprağımızda, suyumuzda.

22 Eylül 2011

Vahşi yaşam beni üzüyor!

Vahşi yaşam belgeseli izlerken ağlayan tek insan ben miyim merak ediyorum doğrusu!
‘Madem ağlıyosun o zaman izlemeee!’ dediğinizi duyar gibiyim ama bendeki durum ne yardan ne serden  geçememek durumu…
Bugün izlediğim ‘büyük kedilerin mücadelesi’ belgeselinin leoparların yavrucak ceylanı öldürmeden yemeye başladığı sahnede koyverdim mi ağlamayı! Bi yandan da ‘kıyamaammm, anneeemm’ nidaları ile içten içe o üç kardeş leopara kin güttüğümü fark ettim. Hayvan severlikte ayrımcılık mı bu şimdi? Olabilitesi yüksek ama aslında değil. Ben her hayvan belgeseli izlerken üzüldüğümde, ağladığımda duygusal kimliğine ket vuran kardeşimde hep aynı replik: ‘Abla doğanın dengesi bu!’
E biliyoruz dengesi, e biliyoruz birileri birilerini yemezse çoğalırlar bilmemneler olur, denge bozulur falan filan… Ama bu ağlamak, üzülmekte benim doğamın dengesi!
Mesela bi başka belgeselde de öküz başlı antilopun kendi isteği üzerine gelip aslanların önüne ‘bugün ki yemeğiniz benim’ der gibi oturduğunu gördüm ve bu durumu ‘her canlının yiyeceği bi ekmeği, kısmeti vardır, oda onların kısmetiymiş’ diye yorumlayan anneme de hak verdim ama üzülmemek elimde değil ne yapabilirim!
Aynı üzüntüyü bi yılan fareyi yiyip daha sonra farenin tüylerini ağzından cumburlop diye çıkarırken de yaşıyorum ben. Yani bunun ceylanla, antilopla, timsahla, fareyle alakası yok.

21 Eylül 2011

İçses!


İçsesimle çok iyi anlaşabiliyorum. Beni hep neşelendiriyor içten içe… Bana hep neşeli ve mutlu olmam gerektiğini bağırıp duruyor. İşin garip tarafı içses fısıldar benimki bağırıyor. Neyse diyorum bağırsın dursun nasılsa sadece ben duyuyorum. Sadece bana özel bişeyimin olması ne güzel :)
Bas bas ve bağııırrr! İşte içimdeki sesin kıpırtısı hep böyle. Renklendiriyor beni çoğu zaman. Çoğu zaman hangi renk olduğunu kendi bile bilmediği bi ses tonuyla bana bişeyler anlatmaya çalışıyor. Ve en çokta siyah beyaz olduğumda güzel olduğumu söylüyor bana. İnci gibi dişlerin, simsiyah saçların oh ne güzelsin nostaljik kız diyor!...
Ne diyorsa diyor işte, işi gücü beni neşelendirmek…
Ne dese haklı ama :)
Seviyorum seni benden öte, benden içeri: içsesim!! 

Yaşa Git!


Bu benimki dijital fotoğraf makinelerine yapmacık gülücüklerle poz verir gibi yaşamak değil ki! Eski kocaman harici flaşı olan 32’lik pozları silip süpüren fotoğraf makinelerinin teknolojiden geri kalmışlıklarına katıla katıla gülerek, gülmekten yaşarmış gözlerimin objektife takıldığı anlardaki yakalanan pozlar gibi yaşamak!... Hep içten, en içten.
Zaten bu gülmelerimin, ağlamalarımın da içten olmadığı bi dünya düşünürsem geriye ne kalır ki! Dokunarak, tadarak, bakarak, bi an heyecandan kalbim duracak gibi hissedip başka bi an acıdan dibe vurarak tüm yaşamsal fonksiyonlarımı boca edip kendime, kendimi bularak yaşamak!
Çek içine koskocaman dünyayı sonra onun yuvarlaklığını, dönüşünü, saatte bilmem kaç kilometre hız yapışını herbişeyini işte al koltuk altına sonrada yürü git! Bak ne güzel bütün oluşturdun bu arsız dönüşlü dünyanın ekvator çizgisiyle.  O dönüyor sen büyüyorsun, sen öleceksin o duracak!!!
tek rakibim wooper rooper :)

20 Eylül 2011

Falan Filan!

balık krakeri hep sevmişimdir :)
Hayat güzeldir!!
Vapurlar, trenler, uçaklar filan… ha bide zencefil J
Yani bi gitme-gidebilme eylemi içine sığdırılmış, güzeldir diye tabir ettiğim hayat hep falanlı filanlı konuşulduğunda daha yaşanılır kılınıyor tarafımdan J ah bir düşebilsem şu güzel ülkemin daşlı yollarına…
Ken yoir umacin kot tayifau!!
Bişey anladınız mı, sizce ben nece konuşuyorum ?
Kendimce konuşuyorum işte.. hep böyleyim ben aslında.. sanırım kendimce konuştuğum süreçlerde hep bu yaşanılır kılabilme eylemlerimden hayatı falan filan J
Hayatta hep çok mantıklı şeyler olsun diye ısrarcı kişiliklerden değilim ki bu yazdığım mantıksız satırlarda bunun bir kanıtı olsa gerek…

Sonsuz Sevgi

  
 İnsan sonsuz sevgiyi bir kediden öğrenebilir sanırım… Hatta sanmaktan öte tecrübeyle sabittir bu bende. Eğer ki bu hissettiğim sonsuz sevgiden başka bir ibare değilse sırra kadem basmış bir yüreğe sahip olduğumu düşünmekten başka bir şey gelmez elimden… Bir kedi tüm benliğinizi sarıp, vücudunuzdaki tüm hücrelere kendini sevdirecek hormonsal duyguları enjekte edebilecek kapasitede bir zekaya sahiptir ve yanında cilvesi, çekiciliği, sevimliliği, oyunculuğu, huzur veren sakin sessizliği de cabası… Ve saymakla bitmeyecek bu gibi birçok sıfat.

  Sadece kediye değildir tabi ki, doğanın en güzel parçası olan hayvanlara duyulan sevgi. Yüreğini açmış bir dokunuşu bekleyen binlerce yüzlerce irili ufaklı bedenler vardır doğanın umursamaz teninde savruklaşmış… Bazen bir çöp konteynerını didikleyen aç sokak hayvanı, bazen kıyıya vurmuş bir karabatak, bazense bir buğday tanesini gözleyen mutfak camındaki minik güvercin… Bir barınakta bekleyekalmış minik köpekcik, sıcak bir elin dokunuşunu… Sadece karın açlığımıdır onların ki! Ya yürekleri, bedenleri…

   Doğanın parçası olan küçükte olsa bir cana sahip olan onca güzellik varken bu evrende, biraz olsun duyarlı olursak inanın ki hiçbir şey kaybetmeyiz insanlığımızdan. Hatta katbekat artar, çoğalırız. Öyleyse bir dokunuşu, bir doyuracağınız karnı, katkıda bulunabileceğiniz bir yardımı esirgemeyin doğadan… Bunca güzellik bize lütfedilmişken, yürekten bir sevgi dokunuşu sadece… Çok değil !!!

Tek derdim!

Bazen yolun kenarından renksiz duru sular akar, o sularda balıklarda vardır…
Yolun bittiği yerde durulmaz, durduğun yerde yol bitmiştir…
Tek derdim eve gitmekti aslında… uzatıp bacaklarımı, en sevdiğim şarkıyı mırıldanırken, en sevdiğim yemeği  yemekti özgürlük… ama gördüm ki yavaş bi rüzgarı kucaklayıp uçan martı ya da bahçenin dışına kaçan topunun peşinde koşan çocuk benden daha özgür bu tutsaklıkta… bense hapsetmiş tüm varlığımı kendi ardıma, karanlıkta karanlık diyorum. Yağmur yağar yağmaz ellerimde buğusu kokuyor her damlanın… güneş doğduğundaysa dokuz gün sonra güneşten arta kalan bi tortu dokunuyor gözlerimin bittiği yere, şakaklarıma… neyse diyorum üşümekte özgürlük sayılır! Tek derdim yolun bitmemesi aslında, renksiz duru akan sulardaki balıklarla birlikte boğulmak… 

Karadeniz Güzeldir!

Burada bir kalkarsın yağmur,
Bir bakarsın güneş, bir yersin balık
Bir binersin tekne, bir geçersin Samsun,
Bir daha bakarsın ki mavili yeşilli puantiyeli Karadeniz!
Burada insanlar balık tutar sonra balığı denize atar. Burada iyotlanır, fosforlanır, demir gibi olmaya çalışır ama egzoslanırsın, havada kalırsın, havanı alırsın sonra başın dumanlanır. Burada insanlar kendi kafalarının köşesini döner, gece sokak lambaları söner, kenardan değil ortadan yürürsün. Burnun büyür, bacakların hızlanır bir de bakarsın bakışların gizlenir… Senden Samsun’a, Samsun’dan sana geçişler hep paralıdır, öğrenciye her şey pahalıdır. Sen bunlardan korkmazsın çünkü yürürken yere bakarsın. Ama Karadeniz’in havası gelir girer burun deliklerinden, beyninde açlık sinyalleri verir adama, egonu şişirir deniz, şaşaalı durursun.

Serzeniş midir nedir bilmem!

Kimseye bağlanma felsefesi üzerine kurulu gerçek sevgiden yoksun bi hayata tutunmaya çalışıyoruz. Boş vermişliğin içinde umursadığımız tek şey benliğimiz. Bazense yozlaşmasına izin vermediğimiz duygularımızı sarıp sarmalayıp içimizde saklıyoruz. Hak edene değer veririm mantığını çoktan geçtik çünkü oda masal oldu!.. Bu hayata yakışan en güzel şey ‘bencillik’ kıvamındayız. Kendimden bişeyler bulabildiğim sürece bakarım, kendime bişeyler katabildiğim sürece varım yoksa eyvallah duygulanımındayız süre giden… İnsanların artık sadece yaşamaya endeksli olduğunu, ne yediklerinden tat almak için çaba gösterdiklerini nede yaşamanın gerçek anlamda farkına vardıklarını hiç sanmıyorum!
Keçilerin bile yürüdükleri patikada daha mutlu olduklarına eminim!...
Para mı ye gitsin, eğlence mi at cebe, kahkaha mı koy sepete, kıyafet mi soyun görsün, vicdan mı kaç kaçabildiğin kadar düşüncesizliklerinde boğulmak üzereyiz.
Tüm yaptığımız ateşimize odun toplamak!