30 Kasım 2011

Aşk dediğin uçar, konar, göçer!

Aşk dediğin uçan, gelen, konan sonrada göçen bir kelebek esasen…
Vik vik vik uçan, tık tık tık gelen, pıt pıt pıt konan ve sonrada çat pat küt göçen, kaçan bir kelebek!
Göçüp kaçarken acıtan ama bu nedenle hayatı kendine zindan eden insanları hiç anlayamadım ben ki zaten onlarda kendilerini anlamıyorlar o dönem içerisinde. Sonra zaman aşımı olup hayat normale dönünce bi bakıyorlar ki aslında abartılacak hiçbişey yok!
Her şey insanlardaki kıpraşımların, heyecanın başlayıp-bitmesi arasında yaşanıyor işte. Sonra bitince de bazısı depresyon ayaklarına itiyor kendini, bazısı da oturup önce avucunu yalayıp sonra önümüzdeki maçlara bakıcaz artık deyip cool ayaklarına bürünüyor. Hayat böyle arkadaş ‘alem oyuncu olmuş sokaklar sahne!’ Sonuçta herkeste yaşamaya devam ediyor işte kimse ölmüyor yani aşkından ya da terkedildiği için.
Ve bende tüm bunlardan yola çıkarak diyorum ki;
‘Aşk uçan, konan, göçen bir kelebektir arkadaşlar!’
Hayatta insanları birbirine bağlayan asıl güzellik sevgidir. Ama öyle zottiri boktan sevgi değil! Saf, çıkarsız, su katılmamış, tertemiz, yürekten…
Benim işkence etseler hatta öldürseler sevmekten vazgeçmeyeceğim en en en saf sevgilerim annemdir, babamdır, kardeşim ve de Zeytin’im (kedim)dir. Ailemdir yani kısaca. Sadece bu kadarda değildir tabii ki dostlarım, arkadaşlarım, akrabalarım, büyüklerim, küçüklerim ve hayvancıklarımda vardır yürekten sevdiğim, saydığım. Vardır ve çoktur ve hepte olacaklardır, iyki de varlar.
Çıkarsız ve saf sevgilerimizdir işte bizi hayata sımsıkı bağlayıp, ip her gevşediğinde ‘kaçma la’ diye iplere tutunmamızı sağlayan.

28 Kasım 2011

Kaleminize Can Kurban!

Sen yüzüne sürgün olduğum kadın diyerek baştan ayağa bir aşk akımı anlatılacaksa eğer Cemal Süreya vardır aklımda fikrimde.
Ya da Dokuza Kadar On diyerek avuç içi kadar kelime ile ucu bucağı bilinmez bir dünya ise söz konusu o halde Özdemir Asaf.
Veyahut kabullenip satır sonlarını, loş bahçeler, akşamsefaları söyleşin benimle gelmiş bulundum bir kere denilecekse işte burada Edip Cansever’den bahsetmenin tam sırasıdır.
Ve çekingen tutuk saygılı bile olsa yarınlara bırakılmışta olsa sevgi illede sevgi bağlamında elim gider Behçet Necatigil’e…
Oysaki gökyüzünün mavisi, yaprağın sarı dökülüşü ya da yağmur, eşik, raks Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kalemine yakışır en çok. Yaprakların güneş ve ölüm rengi, sen kalbini dinle, ufuklara bak diyerek.
Ya sen fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmeyen Necip Fazıl Kısakürek! ‘Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız, ruhuma büyük temel çivisini çaktınız’ diyorsun ya tüm çivilerin iz sürüşüne nazaran ruha işleyen mısralarınla.

21 Kasım 2011

Sıradanlaştırmasakta Yaşasak!

Hayatı sıradanlaştırsakta mı yaşasak yoksa sıradanlaştırmasakta mı saklasak!
Ben hayatı sıradanlaşmasında yanımda dursun isteyenlerdenim. Aynı zamanda sıradanlaşmaya yüz tutanlara da bıçak bileyenlerdenim.
Mesela bi arkadaşım grip olduğunda ‘sana nane-limon yapıyım mı balım’ diye sorma gereği hissetmiyorum kendimde. Ya da elimde bi kilo meyve ile kapısına dayanmakta tarzım değil! Ama bunu yapanlar var biliyosunuz ‘yok’ demeyin şimdi. Bir yakınımın düğününde saçımı düğün topuzu yaptırıp, modanın en yüksekten tabanlı ayakkabılarından giyip, hediye paketi gibide dolaşmıyorum ortalıkta mesela! Eğer bir arkadaşımı sevgilisi aldatırsa ‘hepsi aynı biiip işte ne bekliyodun ki!’ diyerekten yarasına bolca baharat ekebilitem de gayet yüksek. Her hatunun hayalini kurduğu beyaz atlı’yı atın üstünden ittirip, kaktırıp beyaz ata atlayıp dağ, bayır demeden tüm dünyayı dolaşırım bana kalsa…  İşte bende böyle kendimi standartların dışına dışına uzun vadeli taksitlere bölerek paylaştırıp, hayatı sıradanlaştıranlara karşı duruşumu sergiliyorum!

17 Kasım 2011

Ve öyle buyurdu durdu; halkımın insanı!

Ne de çok sever benim halkımın insanları birbirini etiketlemeyi!
Ona şucu, buna bucu, diğerlerine öcü der durur, her halta bir yakıştırma yollu şemsiyeler açıp kendini de yağmur diye yağdırır benim halkımın insanı!
Aslında çoğu bunu kendi fikrine uymayan, karşı görüşünde ki insanları anti parantez açarak onları noktasına, virgülüne bakmadan ayırarak yapar ki (hiç kibar olamayacağım) binevi yobazsallaşma yolundadır kendisi! Etiketçiliğin yobazlığın ta kendisi olduğunu bilmeden konuşur. Faşist der, dinci der, ırkçı der, taklitçi der, süslü der, satanist der, rockçı der, apaçi der ve ‘aptal’ der… der de der yani. Ve çoğu da aptaldır işte böyle!
Sonra birde genellemeler yapar durur benim halkımın insanları!
Bu bunu giyiyor öyleyse böyledir, şu şunu yiyor öyleyse şöyledir. Onlar zaten hep öyle. O hep aynı hatayı yapar, sen zaten hep aynı yalanı söylersin, ben zaten hep severim seni… ama ben artık hiç sevmiyorum bu etiketçi bizi!!!!
Erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten, erkekler futbolu kadınlar alışverişi sever. Çocuklar cici bebe sever, büyükler cicili bicili sevmez öyle. Öğrenciysen kazıklarım, hemşerimsen sana indirim var. Kızların rengi kırmızı, erkeklerin ki mavidir. Kadınlar erkeklere göre daha duygusaldır. Ben yengeç, sen balık aman şuda kova burcudur. Büyük balık küçük balığı yer. Erkekler daha özgür, kadınlar daha evcildir. Ben padişahsam herkes köledir ve bilmem ne bilmem ne bilmem ne gibi ardı arkası gelmeyen bissürü ıdıya vıdıya yapılmış genellemelerimiz var halkcanak!

13 Kasım 2011

Ben-Siz!

Ben annemin fedakârlığıyım.
Babamın ben çocukken söylediğim mehter marşlarını kaydettiği kasetim.
Kardeşimin neşesiyim.
Odamda gizlice yazılar yazıp biriktirdiğim kâğıt yapraklarıyım!
Her yolculuğa çıktığımda gidemediğimi düşündüğüm şehirlerden ibaretim.
Bir gün bana ‘başaracağına inanıyorum kızım’ diyen öğretmenimim.
Her gülümsediğimde daha çok artan yaşamın sevinciyim.
Yaşamıma eşlik eden,  sözlerimi hislerine tercüman addeden herkesim,
Ben Sema’yım gökyüzü kadar büyük bi yüreğim,
Ben Nur’um o yüreği aydınlatacak kadar çok ışığım var.
Ben, başkaları sayesinde ben oldum…
Ve sende öyle!

Kim ne kadar büyük ve şaşaalı olursa olsun, kendini başkalarına paylaştırmayı bilmeli. En ufak şeylerin büyük etkilerini teslim edebilmeli.

11 Kasım 2011

Adamsın Behzat Ç.!

Hayatın insanlara nasıl okkalı şamarlar attığını gösteren dizidir aslında Behzat Ç.
Ne de çok severim karizmanın ta kendisi olan Erdal Beşikçioğlu abimizi…
Peki ya Behzat Ç Seni Kalbime Gömdüm filmini izleyenler! Sizinde benim gibi dibiniz düştü dimi filmdeki Behzat abimize! Adamın iliğini kurutan cinsten bi dip düşmedir bu!… Hani insanın filmden çıktıktan sonra gidip bi emniyet şubesine başvurup ‘polis olucam lan ben’ diyip yumruğunu masaya indiresi geliyo!
Gelmiyo mu la! :)
Gelmiyosa da sorun değil zaten her önüne gelen polis olmasın arkadaş! Bu da ayrı bir sayfa açmaya yetecek kadar geniş bi konudur aslında lakin konumuz şimdi bu değil. Ama ben yine de sonsuz sevgilerimizin baş kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün bir sözünü hatırlatmak isterim tam da bu sırada: ‘Herkesin polisi kendi vicdanıdır, fakat polis vicdanı olmayanların karşısındadır.'
Sadece Behzat abimiz diye sınırlayıp film ekibinin hakkını yememek lazım tabi ki hepsi ayrı muhteşemdi. Harun, Hayalet, Akbaba ve seri katil rolünü üstlenmiş Tardu Flordun. Hatta Cansu Dere’ye bile ayrı yakışmış ‘olay yerici’ rolü :)
Evet şimdi tekrar soruyorum elinizi vicdanınıza bi koyun hele; gidip bi emniyet şubesine başvurup ‘polis olucam lan ben’ diyip yumruğunuzu masaya indiresiniz gelmiyo mu hala!

9 Kasım 2011

^^Cat ID

Bi kedinin evrimleşip insan kılığına bürünmüş hali olabilirim. Kararsız, suskun, sakin, hırçın, oyuncu… ve bu gibi sayılabilecek biçok sıfat! Oynadığı zıpzıp toptan sıkılıp arkasını dönüp giderken dönüp ona bir pati atabilecek kadar kararsız. Ya da gözlerinizin içine bakıp miyavladığında ne istediğini anlatamayacak kadar suskun. Kimi zaman evin açık dış kapısının önünde dikilip gitmekle, gitmemek arasında kalacak kadar sakin. Kimi zamansa kucağınızda uyumak istemediğinde tüm ısrara rağmen koluna bir cırmık atıp, tıslayıp basıp gidebilecek kadar hırçın. Ve ailenin tüm bireylerine tek tek sürtünüp sevgisini gösterebilecek kadar sonsuz bir yüreğe sahip… Canlı, cansız fark etmez her ne olursa olsun ilk yapacağı şey kokusunu çekmek içine. Bir güzel keşfetmek her çeşit kokusunu…!

dinle beni küçük kedi..


'Denize Doğru'



Çözdüm her şey çok basit
Denize doğru üç beş dakika yeter
Derdimi anlatmaya!
Zaten çoğu şeyi değmez çok konuşmaya
Denize doğru...
Düşlerimde bile kaçtım, denize doğru
Aslında kaçmak değil, sevgiye koşmak
Sessizdiler ama çoktular
Biraz deli biraz çocuktular
Denize doğru...
Kolunu kaptıranlara çare bulunmaz
Yaşam bizden hızlı beklesen olmaz
Kararımı çoktan verdim
Denize doğru...
Gülmez çünkü hiç bilmez
Dertleri ağır, bütün kapılar çalınır
Ama bilgeler sağır!
Mışlar mişler ne demişler, burada bulamamışlar
Denize doğru...
Adını düşürenlere üzülsen değmez
Sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz 
Kararımı çoktan verdim
Denize doğru...
Denize doğru...
Denize doğru!

4 Kasım 2011

[Portre]

Dünya müzesinin en renkli portresi gibi
İki yanağıma sığdırıp gülüşümü
Renkli tırnaklarımı gösterir gibi,
Parmak uçlarımı değdirerek ağzıma
Ölümcül bi sevinç yaşıyorum!
Gün günden güzel diyerek.
Hep severek, hep gülerek
Lirik bir şiir olamam diyorum…
Şapkamda dört mevsim
Saçlarımda hep rüzgâr
Onlar dalgalandıkça dünyanın en havalı portresi sanıyorum kendimi,
Sonra olsun diyorum!
Bu tür zımbırtılarla magazinleştiriyorum kendimi…
Her nefes alışımda oksijenin sesini duyar gibi sevinerek
Hayat acemileriyiz biz olur o kadar diyorum
Neyse işte,
Dünyanın en renkli portresinde,
Gün günden güzel diyerek!

2 Kasım 2011

Uçuşan balonlarız! Herkes ayrı renk...

‘İnsanlara bahar gelmiş
Bendeki bu kış daha hafifçe!’

Yine o çok derinlerdeki ruhum depreşti. Sormadan etmeden, sebepsiz yere tamda bana yakışır bir edayla böyle zırt diye! Tüm asabiyetime, ukalalığıma, takıntılarıma ve hatta pesimist hümanist karışımı hallerime bile bayılıyorum ya:) Ben iyki benim diyorum yine egom tavan yaptı tamda burada :) İnsan neşeli olmaya görsün işte!
Neyse kopan kayışı yerine oturtup birazda ruhumu konuşturayım diyorum. Ne dersiniz?
Ne diyceksiniz ımmm iniltileriyle ruhsal pozisyonlara geçtiniz bile! :)
O zaman başlıyorum:
Hayatın ılık rüzgarları alır götürür bizi, bırakır biyerlerde öylece bi başımıza. Sonra bi yürek gelir, elleriyle ya ısıtır ya soğutur yüreğimizi. Ya da elleriyle kanırtıp, kanatıp yüreğimizi öylece çekip gider, bi çentik daha atıp kırışık