28 Aralık 2012

Ulusa mı Seslensem, Annelere mi bilemedim!


Bir bebeğin doğumu itibariyle ona ilk dokunan, ona gülen, onunla konuşan, onu doyuran seven hep annesidir. Eğitimin bir kademesi olan gelişim psikolojine göre de her davranışımızın temelinde, hatta kişiliğimizde hep annemizin, ailemizin yansımaları görülür. Fiziksel olarak genlerini taşırız, maneviyatımızın temellerini ilk onlar atar, sosyal çevremizin oluşmasında, zihinsel gelişimimizin başlangıç aşamasında yani lafı uzatıp dallandırmadan söylemek gerekirse insan ile ilgili ne varsa hepsinin özünde annesi vardır. Babalar alınmasın diye burada parantez açarak babası/ailesi vardır deme baskısı hissettim üzerimde ama hayırlısı artık :)
Neyse diyorum ki imkânların eskisi kadar zor olmadığı, artık insanların yaşamını kolaylaştıran birçok yeniliğin olduğu çağımızda eğitimin öneminin bangır bangır bağırtılmasının sebebini hepimiz biliyoruz dimi? ‘Biliyoruuuzzzz!’ cevabını aldığımı varsayarak devam ediyorum o halde. Hayat standartları yüksek, huzurlu, mutlu, kaliteli bir ömür sürmeyi kim istemez ki!
Öyleyse neden diyorum bu insanlardaki, ailelerdeki, annelerdeki bu boş vermişlik, kayıtsızlık, ‘aman canım dünyayı benim çocuğum mu kurtarıcak?’ havaları! Evet efendim senin beben kurtarıcak, evet anam senin çocuğun çekip çıkarıcak belki insanları bu fütursuzluktan.

27 Eylül 2012

Seçmek ya da Seçmemek!


Duman sigaradan çıkar ve geri dönmez. Yoğurt ile salçayı karıştırırsanız tekrar ayıramazsınız. Seçim yapmak zordur çünkü seçim yaptıktan sonra geri dönemezsiniz. Bizde bu yüzden ne zaman seçim yapmamız gerekse ne zaman karşımıza bi yol ayrımı çıksa öylece kalırız hangisini seçeceğine karar vermenin zorluğu içinde.

Hiçbir seçim yapmadığımızda ise her şey ihtimaller çevresinde döner durur. Mr. Nobody filmindeki başkarakter Nemo’nunda dediği gibi ‘Satrançta yapılabilecek en iyi hamle, hamle yapmamak olursa buna zugzwang denir. Doğru seçimi yapmanız gerekir fakat hiçbir seçim yapmadığınızda her şeyi mümkün kılarsınız.’ Önünüzdeki masanın üzerinde iki tabak olduğunu ve her ikisinde de farklı sevdiğiniz yemekler olduğunu düşünün. Tek seçim hakkınız var ve hangisini yiyeceğinize karar veremiyorsunuz. Bu durumda ikisine de el sürmediğiniz takdirde ikisini de yiyebilme ihtimaliniz var. Yani seçim yapmayarak mümkün kılınan ihtimalleri öldürmemiş oluyosunuz. Farkındayım biraz kompleks bi konu ve laf salatası yaptığımın da farkındayım fakat bi düşünün derim size. İşin içinden çıkabildiğiniz de size ‘afiyet olsun’dan başka söylenecek pekte bişey kalmıyor gibi :)

27 Temmuz 2012

Hayatın Ergonomik Sesi; 'tınnn'


Bence hayat biraz daha ti’ye alınacak kronik bir vaka olabilir ve ben tenekeden bile olsa tüm kelebek ödüllerini almaya razıyken, tüm beni sevmeyen, çekemeyenlerin laflarını çiğneyip balon yapıp suratlarında patlatabilirim aman deyin hazzetmiyorsanız bana uzak, kime yakın olursanız olun, sesi veriyorum;
‘tınnnnnnnnnn!’
Koşar adım yürüyen, yürür gibi seksek oynayan çocuklara katılıp, hayatın dayattıkları hoşuma gitmediğinde oturup hüngür hüngür ağlamak yerine onlara kafa atıp basıp gitmek tercihimdir. Bazen neşemden, enerjimden, umursamazlığımdan bazen de inadımdan sinir bozucu biri olduğum doğrudur. Ama buna ironik bi şekilde kolayca gülüveren hem de karnımdan biyerlerden güldüğüm bi serkeşliğimde yok değil. Ne bileyim bilek güreşinde yalandan yenmiş bile olsam yine de en güçlünün ben olduğuma inandırabilirim bazen kendimi.
Bakın kusurlarımı da marifetlerimi de kendime saklamayıp yazıyorum ki bi o kadarda paylaşımcıyım. Çünkü hayattan basit sevgi dolu bi rutinden başka çokta bi beklentim yok. E sevgi ve mutlulukta paylaştıkça çoğalır, çoğaldıkça kendini insandan insana bulaştırır. Sevgi ve mutlulukta insanların dört bi yanını sarıp sarmalayınca bunun sonucu olarak otuziki, yirmisekiz, yirmibeş artık kaç tane varsa o kadar diş gösterileri başlar durur ve buda beni mutlu eder.
Gülümsemekte esnemek gibi bulaşıcı olmalı bence!
Ve dipnot olaraktan belirtmeliyim ki dişlerini göstermeden gülen insanları samimi bulmuyorum.
Ha birde aklıma gelmişken şu korkularımızdan ve fobilerimizden nefret ediyorum. Sevdiklerimizi kaybetme korkusu, yalnızlık korkusu, başarısızlık korkusu, hasta olurum korkusu, rezil olurum korkusu, ‘ya beğenmezse’ korkusu, gidemezsem gelemezsem korkusu..
Üff resmen bi korku ordusu!

22 Temmuz 2012

Bir Ergen Sesi Olarak: Zaa!


‘Ohanos’ diye şaşıran kızın ensesinde ‘şaaappadanak’ sesini çıkarmak istiyorum. Bu konuda ciddiyim. Hatta genç kızımız o hosturuk tepkiyi verdiğinde kitapçıda olmasaydık horonos hooytt diye ürkütme girişimlerinde bulunabilirdim çoktan amma velakin böyle kitapçı gibi ulvi ortamlarda hanfendi çizgimden çıkıp çirkinleşmek hiç tarzım değil. Ucuz kurtuldu yine ergen bozması.
Neyse işte diyorum ki hiçbişeyden çekmedik şu yeni çağın yozlaştıra yozlaştıra ortada conconcana bıraktığı ergen genç kızlarımızdan çektiğimiz kadar. Gerçi bunların conconu ayrı panpişi ayrı ikoncanı ayrı ama yine de hepsi aynı b.k işte.
Mesela ‘saat sakız olduu cınım ben acıktaam’ diye uzun ince bir yola cümlelerini sıralayan panpiş ergenin beyninin saat yönünün tersine çalıştığı kanısındayım. En uzak durulası çeşit olduklarını iddia ediyor ve bunların velilerine Allahtan sabır yakınlarına bol eğlenceli güldürgeçli dakkalar dılıyoruuum cınımlarım benaam :)

9 Temmuz 2012

'Şiir' Yaşımdayım


Şiirlerde adı geçen kadın var ya, işte ben onun yaşındayım.
En sevdiği gökyüzü altında uzatmış bacaklarını kitap okurken hissettikleri var ya onun;
İşte o hislerin hepsiyim.
O kadın yemek yediğinde ona doygunluk hissi verende benim,
Sabah uyandığında yüzünü yıkadığı suda.
Sonra ellerindeki hamuru bıçakla kazırken, ısınmasını beklediği fırının düğmeleri,
Buzdolabının yumurtalık kısmında kesilmiş hazırda bekleyen yarım limonda benim.
Benim işte o kadına dair ne var ne yoksa hepsi.
Elbisesinin içine giydiği mini astarı,
Tırnaklarını boyadığı siyah ojeleri,
Hatta bazen aynaya baktığında, ona ağlarken ne kadar çirkin olduğunu söyleyende benim.
Sırf gözlerinin rengi güzel diye sevdilerse o kadını,
Saçları uzun diyeyse
O kadının ensesine özgürlük veren, gözlerini hüzne bulayıp rengini solgunlaştıranda benim.
Olsam da olurum olmasam da.
Ama ben hep oldum, inadımı kadının parmak uçlarında var ettim,
Ve o kadın oldum büyüdükçe.
Seviyorum ben diğer kadınsızlığı,
Siz ister sevin, ister sevmeyin
Ben yine de o şiirlerde adı geçen kadının yaşındayım.



5 Haziran 2012

Duygulanalım Durulmayalım!


Kimi insanlar duygularını saklar durur. İpeksi, pastel renkli perdeler ardında.. Kimileri ise dayanamaz ateş püskürür gibi kelime püskürür, anlamlandırır sonrada serbest bırakır kelimeleri ithaflarına doğru.. Bu bir ‘cesaret’ meselesidir aslında. Kimimizde ayyuka varır cesaret tohumları, kimimizde ise minimumda kalır. Ama hiç kimsenin de cesaret tohumlarından yüzde yüz arınabildiğini sanmam. Mutlaka bi köşede körüklenmeyi bekleyen duyguları açığa çıkarabilecek bi avuçta olsa vardır bi cengâver gibi yüreğini eline alıp ateşe bile olsa gözü açık yürütecek cesaret!
Hepsinin, her şeyin başı duygudur ve her insanın duyguları önemlidir. Hepimizin ortak yanı iki gözümüzün, iki kulağımızın, iki elimizin ayağımızın olması değil aslında. Hepimizin bir kalbi ve yüreği olması ortak noktamız! Sevebiliyoruz, nefret edebiliyoruz, acı duyup bazen en derin duygularla acıtabiliyoruz bile!
Ama hepsi insan olma kaynaklı değil ‘duygu sahibi’ olma kaynaklı bunların! Ve duygu sahibi olan tek ırk değiliz tabii ki de. Hayvanların, bitkilerin ve hatta doğanında duygusu olduğuna inanıyorum ben. Ve duygusu olan her canlı saygı duyulmaya değerdir yeryüzünde. Bazen bir nesneye, bir eşyaya bile anlamlar yükleyip, cansız varlıkları bile duygulu kılabiliyoruz biz, duygusallığın dibine vurarak!

24 Mayıs 2012

Amanın hayalim gerçek oldu; Hido, Ben, Yemek :))


Şu mübarek gün, mübarek akşam şu güpgüzel şansın bana ettiğine bak, şansımı seveyim, mutluluktan uçayım, haydi kelebeklerimm pırr pırr cırr cırr hobaaa :)
Kelebeklerim şimdi uçmasın, coşmasında napsın ben ki Hidayet Türkoğlu ile tanışmayı bide üstüne yemek yemeyi kazanmış bir şahsiyetim öhöm öhöm ! Kafa yapmıyorum la inanmıyosanız kendi gözceezlerinizle bakın; https://www.facebook.com/HidoBasket/posts/300958653324356

İveeett şimdi inandığınıza göre rahat rahat poz kesip, artislik yapabilirim :) Ama öncesinde söyliyceklerim var;

Hido ne zaman maça çıksa ben hep nefesimi tuttum ve kımıldamadan onu izledim. ‘Senin asistlerine, ribaundlarına, bloklarına, üçlüklerine kurban Hidoooo’ dedim durdum , Hido gülümseyince bende ağzımı kocaman açmış 32-35 artık ne kadar dişim varsa hepsini gösterirken yakaladım kendimi..

Basketbola olan ilgim, sevgim, merakım ortaokulda başlayan bi serüvenle can bulmuştu. Her uzun boylu çocuğa yapılan muamele gibi elimize bi basket topu tutuşturuldu ve biz en yakın potaya doğru yol aldık. Okul bahçesi, lojman bahçesi dinlemedik daldık, kendimizce oynamaya çalıştık. Sonra bu alanda profesyonelleşmenin zor olduğunu idrak edince bir hobi, bir eğlence, bir stres atma mekanizması olarak sürdürdük getirdik bu günlere kadar bu güpgüzel spor dalını.

6 Mayıs 2012

Nükleer Santralimde Taş Var!

Kocaman bi taş yutmuşumda midemin sol üst köşesine oturmuş sürekli nefes almama engel olmaya çalışıyomuş gibi hissediyorum..  Hatta nükleer santralimde sızıntı varmışta bende habire oraya silikon tabancasıyla ya da bi bez parçasıyla tıkamaya çalışıyomuşum gibi hissediyorum!
Neden hayatta ters giden bişey olduğunda diğer bütün aksilik, tersliklerde onun peşi sıra takılır gelir ki! Neden hep moralimiz bozuk olduğunda kimsenin bizi sevmediğini, sevenlerinde ya kan bağından dolayı sevme mecburiyeti olduğunu ya da birilerinin bizi çıkarcılıktan sevdiğini düşünürüz ki! Ve neden hep üzgün olduğumuz zamanlarda, yeryüzünden silinip kaybolup gitmeyi isteriz! Evet tüm bunları aynı anda düşünüp, hissedip, kurup, algılayabilecek bi varoluşa sahibiz ama insan olarak en yüce varlık olarak yaratılmışken, çaresizlik anlarımızda en aciz olan yaratıklara dönüşmemiz kaçınılmaz..
Yatağa girip yorganı kulaklarımız görünmeyene kadar tepemize çekip uykuya sığınıyoruz bazen, bazen de kulaklarımıza sevdiğimiz şarkıları tıkayarak soyutlamaya çalışıyoruz kendimizi varoluşumuzdan. Okuduğumuz kitabın bikaç satırına ya da gözümüzün önündeki denizin dalgalarına sığınıyoruz, dalgalanıp durulamıyoruz..

28 Nisan 2012

5 Ayakkabı, 3 Tişört, 7 Çanta.. Yok mu Arttıran!


Alışveriş bir hastalıksa acilen tedaviye ihtiyacım var!
Biz hatunlar hep onu, bunu, şunu bahane ederek mutlu olmak için kendimizi alışverişe verdiğimizi iddia ederiz ama alışveriş ruhu kaç saat mutlu eder ki! Birkaç saat hadi bilemedin bir ya da birkaç gün.
Peki ya sonra?
Aldığım bi çantaya birkaç saat bakıp mutlu olmuşluğum var ama aradan bikaç gün geçipte o çantaya alıştıktan sonra ‘iyki almışım ben bu çantayı, ayy ne mutluyum!’ demişliğim yok. E bu durumda hemcinslerime ve dişi oluşuma layık olarak ‘sıkıldım ben bu çantadan yeeağğ yeni bi çanta almam lazım’ triplerine girmem kaçınılmaz.
Yani bu durumda para mutluluk getirmiyor denemez aksine gayette böyle kocaman kocaman getirir ama parayla satın alınan malların getirdiği mutluluk geçici mi oluyor ne!
Aslında belki de bir ayakkabı yerine sinema bileti, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine tiyatro oyunu bileti, son model bi telefon yerine bissssürü konser bileti vs.. Kısaca mal sahibi olmaktansa tecrübe sahibi olmak, hayatı hep üstlerde dolu dolu yaşamak adına para harcamak! Yani bu piknikler, tiyatro oyunları, konserler kısaca farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltir. Ve hatta gittiğimiz sinemadaki izlediğimiz filmi aradan bikaç gün geçtikten sonra hatırlayıp ‘ayy ne güzeldi’ diyerek mutlu olabilitemiz bile var! Ama yapamıyoruz işte. Hayata tüm şeffaflığıyla karışıp, kendimizi bu para harcayarak modernleştirme levellerinden alıkoyamıyoruz. Her şehirde en az bitane bulunan ve bir ünlünün deyimiyle ‘pasaj irisi’ olan AVM’lerde ömür törpülüyoruz. Buluşmalarımız, sosyalleşmelerimiz, gezmelerimiz hep oralarda..

27 Nisan 2012

Konumuz 'Kedi' ise Halaybaşı Benim :)



Benim gibi kedilerle içli dışlı olanlar bilir onlar hakkında öylece, dümdüz genelleme yapılmaz, yapılamaz! Her biri ayrı karaktere sahip, asil birer bireydir. Hayatıma girmiş tüm kedilere ayrı ayrı güzellemeler yazabilirim aslında, öyle çok seviyorum onları. Ama bazıları beni güzellikleriyle çokçana büyüleyip, sevgiden hayranlıktan ölebileceğim tavan yapmış duygularımla öylece dımdızlak bırakıveriyorlar başuçlarında. Sokakta filan görüyorum mesela, seviyorum da seviyorum. ‘Anneeeeeeeeeğm’ diye hara güre yanaşıp, tuttuğum gibi fazlacana içimden taşan duygularımla önce okşayıp, sonra biraz hırçınlaşıp mıncıklama moduna geçip sonrasında da beni tutan olmazsa tepeme çıkartacak kadar fazla samimi olabiliyorum. Hani biraz yavrucak biraz da şımarıksa kendisi kucağımı sahiplenip önce bi güzel yayılıp sonrada tee yüreğimin, kalbimin dibiyle bağlantıyı kuruveriyorlar ve sonrada aklım gidiyo ‘şimdi ben bunu nası bırakıp gidicem’ diye..

Hele ki birde onların bu sonsuz güzelliklerini betimlemek istersem en janjanlı, en dıpsdırık kelimeler hizaya geçer valla ‘beni yaz beni yaz’ diye; Kül rengi, ön ayakların bitiminde gümüşe çalan minik patiler.. Dinleyerek, algılayarak öne arkaya oynayan, dikilip mumlu gibi duran simli kulaklar.. Kuyruğunun ucu ise sanki diğer organlarının alamadığı bi mesajı alıyormuş gibi başka bi boyutta sallanan bi tüy yumağı.. Gözlerinin içinden bir ışık süzmesi fırlatıyormuşçasına kiminde yemyeşil, kiminde masmavi cezbeden bakışlar.. Sevgiye ihtiyacı olduğu ağzının bitimindeki çenesini kıvırışından bellidir ve pamuktan daha pamuk tüyleriyle, kadifemsi bi şeker tadı kalır parmak uçlarında.. Hava kadar hafif, tüm dikkatiyle oturup, tüyleriyle, bıyıklarıyla, kulaklarıyla ve bütün varlığıyla bakar, işitir, hisseder, koklar, içine çeker, kendine hayran bırakır beni ‘tüm kedi’ler!’

7 Nisan 2012

Sevinmeyi Fosforlayalım!

Hayatta yaşanmış her anın altını fosforlu kalemlerle çizmeyi nede çok severim. Her duyguya, her renge yer vardır bende. Mesela şimdi yemyeşil ojeli ellerimle j’leri k’leri fırfırlayarak yazarken nice duygunun esiri olmuş hayatlarımızla birbirimize ne türlü etkilerde bulunduğumuzu düşünüyorum.. Ne de çok yaşanmışlığın altını çiziyoruz aslında farkında olmadan.. Belki kalemlerimiz fosforlu değil ama sonuçta hep birbirimizin hayatlarına dokunarak yapıyoruz bu ‘yaşamak’ işini ve fosforluyoruz birbirimizi!
Bazen üzülüyoruz-üzüyoruz, bazen hüzünleniyoruz-hüzünlendiriyoruz, bazense küplerimizi küreselleştirip deli gibi sinirleniyoruz-sinirlendiriyoruz.. Ama ne yaparsak yapalım kendimizi başkalarına bulaştırmadan yapamıyoruz.  Bazen yolda yürürken ağlayarak yanımdan geçen olduğunda ‘merak etme geçecek!’ diyen olmak istiyorum ama yüzde çok ihtimalle ‘sanane be!’ tepkisini alacağımı bildiğim için bunu yapmak içimden gelmiyo artık. E nede olsa modern zamanların kapanlarına sıkıştığımız son zamanlarda başkalarından şeker almak ve onlara şeker uzatmak çok tehlikeli oldu! Ebeveynlerimizin bizi her fırsatta tanımadıkların-tanımadıkların-tanımadıkların diye uyardığı kişileri yabancısallaştırdık ve hatta tehlikeselleştirdik.

2 Nisan 2012

Vıjjjt Dedik Bittiii!

Arkadaşımın ‘aa nur bak bu şarkı güzelmiş bi dinle belki seversin’ dediği şarkıyı sevmediğime karar verdiğimde daha şarkının 36. saniyesindeydim. İnternette sonuna kadar izlediğim video sınırlı sayıda. Bide hızlandırma, ilerletme düğmesi varya iyki var o düğmeler! Yoksa nasıl sabreder beklerdik hiç bilmiyorum bu maymunsu sabırsızlığımızla.. Tabağımdaki yemeği sonuna kadar bitiriyorum o ayrı. O tamamen benim doymayan midemin kara delik tavrı takınması ama böyle sonuna kadar gidememe gibi bi üşengeçlik mi deseeem yoksa ‘aman sonu belli işte’ meraksızlığımı deseem böyle bohem bi klişe yapışmış üzerimize atamıyoruz! Bi sabırsızlık bi maymun iştah teşhisi koydum hepimize ve sonrasında kendi kendime şöyle bi diyalog geçirdim içimden;
Ben: Çabuk mu karar veriyorum ya ben!
Yine ben: Yok canım niye çabuk olsun ki, tam kararında işte !?
E yine ben: Ayy  yok yok tahammülsüz pisliğin tekiyim işte altı üstü 2 dakikalık şarkıyı sabredip sonuna kadar dinleyemiyorum!
Tabii ki de ben: Dinlersin de işine gelmiyo tabi çakaal!
Kendim olan ben: Amaaan ne halin varsa gör.

28 Mart 2012

Kafamın Dik Yokuşu!



Yürümeyi biliyorum ama bazen koşarım, annemin kucağına yatarım beni hep sevsin isterim, düşene gülerim, barbunya yemezsem ağlarım, en sevdiğim yer evim, anlamak istemediğim şeyleri anlamam, istediğim şeyi parmakla gösteririm, kaşlarımı çatıp bi köşede ilgi beklerim, sevmediğim insanlara ‘aptal’ derim, en sevdiğim renk siyah.
İstersem çocuk da yapmam, kariyer de!...

Kafamın dik yokuşunu çıkmaktan yorulmayan bacaklarımla, farklı bi yol farklı bi yokuş keşfetmekten korkar gibi hep aynı dik yokuşu asfaltın her bir zerresini ezberlememe rağmen inatla çıkıyorum. Yoluma taş koyacak olan olursa o taşlarla kafasını yarıp sonra yine dik yokuşumla yüz göz oluyorum, hemde hiç vicdan azabı çekmeden..

Hem niye çekicekmişim ki!

Sen benim dik yokuşumu inatla ısrarla her defasında aynı kararlılıkla çıktığımı bile bile benim yoluma taşcıklar koymaya kalkarsan bende senin kafanı o taşcıklarla kanatır ve bundan hiçte pişmanlık duymam!

23 Mart 2012

Sormayın, Anlatmayın, Degetin!

Hiç kimse bayılmıyor dimi bu karşımızdaki insanın ‘anlat derdini derman oluyum balım, derman olamasam bile anlat canım sen, açılırsın’ ayaklarına! Hep bu iyi insan ayaklı egolarımızı tatmin etmek için rol kesen, ayak yapan kadrolu oyuncularız he!
Bana öyle geliyor ki insan kendi yaşamadıkça, kendi başına gelmedikçe sen anlaaat duuur teey! Hatta istersen ikide alaylı oyuncu kap yanına canlandırmalı olarak göstert et ne biliyim işte en iyi, en hoş nasıl anlatırım diye didin dur, boşunaa..! Sadece kendi başlarına ya gelirse diye korkarlar, bi düşünürler ve öylece cevap verir, yorum yaparlar. Ama yine de ‘iyi biriyim ben, bak nası dost canlısı, nası anlayışlı, dinleyişli insanım’ egolarıyla kanka olmak için seni kullanırlar. Düpedüz tatbikat bu! Senin yaptığında düpedüz günah çıkarma gibi bişe oluyor bu durumda.. Çünkü dinlemiyo hacı adam seniii! Ya da dinlese bile kendi başına gelmediği için anlayabilitesi çok düşük.

18 Mart 2012

Kızılcık Sopama Kuvvet; Canın Çıksın Uçan Halı!

Ne enteresan bi varoluşluk içinde, ne enteresan varlıklar olarak yaşıyoruz aslında farkında mısınız! Sürekli başımız önde evden işe işten eve gidiyoruz, okula gidiyoruz, ona şöyle buna böyle diyoruz, laf yetiştiriyoruz, üstüne bide ağzımızda söyleyemediğiniz laflar geveliyoruz, kafamızda korkular biriktiriyoruz, seviyoruz seviniyoruz çoğu zaman, hatta şansımız varsa aşık oluyoruz öyle yaşayıp gidiyoruz işte.. Peki karanlık bir boşluğun tam ortasında, sanki üzerine el feneri ile ışık tutulmuş gibi yarısı sürekli aydınlık olan ve aydınlık olma enteresanlığı yetmezmiş gibi bide sürekli dönen mavi bir topun üzerinde yaşadığımızın farkında mısınız! Saatte binaltıyüzyetmiş km hızla kendi etrafında dönen bir top! Bizim gibi delileri solda sıfır bırakacak bi artisliği kapsayan öyle ekstra deli işi bi devinim işte..
Artık nası bi gerekliliği varsa o mavi topun dönmeye, bende bunları düşünüp satırlara dökmeye gereksinim duydum. Yadırgamayın beni ha ‘bu deli yine ne işler peşinde, nereye bağlıycak konuyu kimbilir!’ demeyin, uyarmadı da demeyin. Çok pis konu bağlar, daldan dala maymunluklar yapar, kafa açar, ünlem çakarım, ruhunuz bile duyar valla :)
Neyse işte diyorum ki bu mavi topun üzerinde gezilip, görülmeyi bekleyen ne çok ülke, ne çok şehir, ne çok eyalet, ne çok kasaba, ne çok köy, ne çok sokak, mahalle, semt, kıyı, kenar, köşe.. ya işte ne geliyosa aklınıza onların hepsinden topyekün bi hayal demeti sunuyorum sizlere :) Çok severim ya belgesel izlemeyi, izleyince yine ‘hobaaaa kak gidelim be semaaa’ diye dellendi içimdeki turist ömer! ‘La otur şimdi oturduğun yere’ diye baskın çıktımda az olsun sindirdim garibimi. Neyse konumuz o değil sapmayalım lütfenceğzim.. 
Diyorum ki mesela Gabon Cumhuriyeti diye biyer varmış teee Afrika’nın batısında. Küçük nüfusu, natürel yaşam tarzları ve o hatunların giydiği rengarenk uçuşan kaçışan kıyafetleriyle beni benden aldı, götürdü attı Afrika’nın en huzurlu denilebilecek sorunsuz bölgelerinden birine.. Böyle canoncuumun objektifini burnuna dayayıp fotoğrafını çekmek isteyeceğim çocuklar gördüm, incecik kolları bacakları olan ama maşşallah kendinden önce giden göbeği olan, gülünce kendi renklerine ironik düşen bembeyaz dişli çocuklar..

8 Mart 2012

Böyle Hatun Varsa Hepimiz Erkek Olalım!!!

Ben erkek olsaydım diyorum, düşünüyorum, hayal kuruyorum!
Ben erkek olsaydım üfff varyaaaa :) en şukelasından daşş gibi bi hatun bulur sonra onun yollarında törpülerdim tırnaklarımı :) Hem çok güzel, hem çok akıllı, hem çok eğlenceli, hem çok becerikli, hem hem hem ımmm ne biliyim çok olurdu işte herşeyi. (dipnot: yazımı okuyan erkek birey ‘nerdeeeee öyle hatun teey!’ diye bi iç çektin sen şimdi farkettim ama dert etme alıcıları aç er yada geç bulacaksın o hatunu, hissediyorum ben! :) Çok anlayışlı, hoşgörülü filan olmasına gerek yok ben sevmem öyle insancıl özellikleri çok olan kişilikleri. Ananemi, babanemi  hatırlatıyo öyle insanlar bana çünkü :)
Neyse işte sonracıma kıskanç olurdu benim hatunum, hemde fazlasıyla. O beni kıskandıkça ben egomla kanka olurdum. Ee tabi kolay değil yani hem güzel, hem akıllı bi hatun tarafından kıskanılmak ve haliyle bende onu çok kıskanırdım hatta Muazzez Ersoy’u kolundan tutar hatunumun karşısına getirir ‘kıskanırım seni beeeeeeeyn, kıskanırım kendimdeeeeeeyn’ türküsünü çığırttırırdım. Kendim çığıramazdım heralde sesimde o kadar güzel olmayıversin canım, yağuşuhluluk neyime yetmiyo!
 Çok pratik zekalı bi hatun olacağından ben her dakka yanımda isterdim onu ve duyarlılığı, ince fikirli olması gibi özellikleride number one’ım olurdu vallah billah :) Öyle anam, bacım, çocuğum, sevgilim, yoldaşım, eşdaşım, gardaşım, dostum gibi tüm özellikleri içinde kapsayan bi hatun olmazdı bikere! Hem o ne öyle ya kampanya varmışta paket indirimi yapılmış gibi. Sevgilimse sevgilimdir ve ancak ileride eş olabilitesi vardır dahada ötesi yoktur. Hani madem ille hepsini kapsayacaksa bi gezegen keşfederiz orda iki başımıza yaşarız yani ama yo yo anında vazcaydım olmaz öyle ben özlerim anacım dostumu, gardaşımı, adaşımı filan.. Lafın özü içinde her türlü kişi zamirini barındıran hatun istemezdim erkek olaydım :)

29 Şubat 2012

Şimdiki Çocukların Yüzünde Sokak Lekesi Yok!

Oysaki hepimizin bacağında, kolunda, yüzünde herhangi biyerinde, sokaklarda delicesine koşturarak oynadığımız dönemlerden kalma bol neşeli anılarımızı taşıyan izlerimiz vardır. Ne de çok severim böyle insana karakteristik özellikler kattığını düşündüğüm o izleri! Hele ki yüzünün kuytu köşesine saklanmışsa suskun bi çığlık gibi derin anlamlarını haykırır durur karşısındaki insana..
 Ama artık yeni nesil çocuklarını sokak anılarından alıkoyan teknoloji onları ileride bakıp anılarını hatırlayacağı derin izlerden mahrum bırakıyor işte.. Zamane çocukları zaten çocuk gibide değiller, ne içler acısıdır bence bu gidişat…!

20 Şubat 2012

Öküz, Tren vb!

Bir insanın bakışlarını tanımadığı başka bir insanın gözünün ta dibine dikip ööööyle bakmasına hiç anlam veremiyorum ben! Ahanda te bu insanlardaki te bu davranış bozukluğunu anlamlandırabilen varsa banada te bi özet geçiverse ya, olma mı ?:)
Hani hemcinsimsindir üzerimdeki kıyafet hoşuna gitmiştir; ona bakarsın anlarım, ojelerim iğrencine kaçmıştır; ona dikersin gözünü, onu da anlarım, ya da mesela ‘ne enteresan tipi var la karının’ diye geçmiştir aklının kıytırık bi köşesinden, hadi ona da eyvallah ama gözünü gözümün ta dibine dikerek o yamyam bakışlarından bir romantiklik çıkarmamı beklemiyosundur umarım hemcinsim olarak. Varsa öyle farklı sempatikliklerin ‘Hadi canım başka kapıya! Kısa vadede ilgilenmiyorum, uzun vadelisi hiç mümkün değil!’

13 Şubat 2012

Doktor mu kötü, Sistem mi bozuk, Ben miyim şizo!

Hiç sevmem şu bi türlü kurtulamadığım nanemolla durumumu, konumumu.. Bana biri durduk yere nasılsın diye sorsa onu bu soruyu sorduğuna pişman edebilecek kadar ağrıyan yerimi sayabilirim. Ama tabi ben insaflı davranıp bunu bana ‘nasılsın’ diye soran pek kıymetli çok değerli çevreme değil, hasta olduğumuzda kendimizi emanet ettiğimiz ülkemizin hipokrat yemini eden saygıdeğer doktorlarına saymayı tercih etmeye mecbur kalıyorum çünkü uyuyarak, dinlenerek geçmiyor maalesef bu lanet olası ağrılar, sızılar, nanemollalıklar…!
İşte sorunda tam burda başlıyo zaten.. Yine hali hazırda bisürü yerim ağrıyoken tuttum doktor yolunu.. ve daha öncesinden de hep yeminliyimdir ‘doktora sadece şikayetlerimi söyliycem daha önceden konulan tespitleri söylemek yok kızım!’ diye yol boyu düşündüm durdum çenemi nası tutarımda söylemem diye.  Ama tabi yine korktuğum başıma geldi ve tutamadım şu kopasıca çenemi daha doktor neyin var demeden ‘doktor bey şuram çok ağrıyo ama bende şöyle bişeyde var ondan ağrıyo olabilir mi acep?’ dedim ve ilk golü yedim! Ben daha cümleme noktayı koymadan doktor atağa geçti ‘hah işte evet tamda o sebepten ağrıyo senin oran!’ Aman doktor canım cicim doktor hani teşhisi sen koyucaktın şimdi olmadı işte gel değişelim külahları! Ya da herkesin külahı yerinde kalsın madem kendi teşhisimi kendim koyuyorum ‘kalk la oturduğun yerden ben geçicem oraya! Bak çünkü bende biliyorum neremin neden ağrıdığını!’ diyesim gelip gelip gidiyor ağzıma..

11 Şubat 2012

Sinir küpü olmuş insanlardan kurtulmanın tek yolu;Damper!

Sinir hücrelerine çabucak yenik düşen insanlar; ‘Hepinizin ayağına taşlar, kayalar bağlayıp damperli bi kamyonun arkasına yükleyip sonrada kamyonu deniz kenarına yanaştırıp damperi büyük bir zevkle açarak arkayı boşaltmak istiyorum, dibine dibine denizin..!..
Şu üç günlük dünyada ne gerek var acaba sinir, strese! En ufak bi kıvılcım parçasından ateşler yakıp alevler yükseltmek, toz konduramadığı ufak beynine laf gelince kıyametler kopartmak, öfkesi gözlerinden fışkıran, bakışlarıyla yeri göğü delebilecek nitelikte sinirli olan, hilesi, iğnesi bi bişeyleri habire ona buna batıp duran insanlaaaaaaaaaaaarr; bizden uzak, cehennemin dibine yakın olun emiiiiiiiiiiiii!!!
Biri bi laf uydurmuş ‘şeytanınız bol olsun’ demiş bunlarda bu lafı çok üstlerine alınmış hatta öyle bi benimsemişler ki şeytan kılığında kime çatsam, kime höykürsem, kimin kafasına bişey fırlatsam, şu yere göğe sığdıramadığım sinir hücresi bombalarımı kimin üzerinde patlatsam diye dolanıp duruyolar. Aman diyorum gözünden, göbeğinden dumanlar çıkan birilerini görürseniz değil ona şöyle bir bakmak, arkanızı döndüğünüz gibi topuk!..

1 Şubat 2012

Enseye Şaplak!

Bazı işini iyi yapmayan işçilerin, notu kıt olan öğretmenlerin, çocuğuna sahip çıkamayan ebeveynlerin, öğrenciliğin tadını kaçıran öğrencilerin, kadın taklidi yapan kız ergenlerin, abazalık denince en önde bayrak tutan erkek ergenlerin, suratında bizim evi badana etcek kadar makyaj olan koko hatunların, öğrenciyi kazıklamaya çalışan esnafın, işi düşünce yalakalık peşinde koşan uyduruk arkadaşların, her hastalığa ağrı kesici yazıp yollayan doktorların, ekmek alınca para üstü yerine sakız veren bakkal amcaların, sosyal platformlardan ona buna laf atmaya çalışan melankolik dramatiklerin, ‘Adriana Lima’ benim sevgilim olsun milyar dolar borcum olsun diyen dibi düşük erkeklerin, her sakallıyı dedesi sanan saftirik bebelerin, üniversite mezunlarını işsiz bırakan devlet yöneticilerinin, üzerindeki marka kıyafetlerle hava yapmaya çalışan insanların.. neyse işte beni böyle isyankara bağlayan ne var ne yoksa herkesin ‘Adam mısın la sen!’ diyerek ensesine şaplak atasım geliyor! Çok pis hemde.
Bu insanlardaki herbişeyi çayıra, bayıra salmaya iten sebep nedir diye sorsam çok saçma bi soru olur sanırım! Herkes herşeyin farkında da işte salağa yatıyoruz toplucana..
Artık insanlar birbirine ‘sen niye bi işin ucundan tutmuyosun?’ diye sormuyo bile! Ya ortada ucundan tutulacak bi iş yok ya da var kimse görmüyo. Ben bilemedim yani o kısmını anlayan varsa bi zahmet banada anlatıversin.. Amaan ya da herkes herbişeyi çayıra bayıra salmış mevlam kayıra modunda sürükleneceği yerleri bile kendisi seçmezken, seçemezken ne diye onu, bunu, şunu dert edip duruyok ki!

24 Ocak 2012

Düşünce Görürsün Sen Balonu Malonu!


Kendimi öğrencilerime Adobe’nin A’sını, Microsoft’un M’sini öğretirken düşünüyorum da ne hoş, ne şaheser film kareleridir yaareppim bunlaarr!.. Birbirinden zeki öğrencilerimin iğne atsan yere düşmez biçiminde döktürdüğüm bilgileri hapur hupur kapışmaları geliyor gözlerimin önüne. Sonra da o minnacık zeka küpü öğrencilerimin her biri resmi geçit töreni yapıyorlar bi on yıl sonrasına zıplamış; doktorlar, mühendisler, sanatçılar, bilim adamları, avukatlar veeeee öğretmenler olmuşlar. ‘Ülen kızım sen ne harikasın, bak şu zeka küplerine hepsi senin sınıflarından geçti.. Hiç gücenme yıpranan ses tonuna, kırışan yüz hatlarına, aşınan parmak uçlarına..’ diyesim gelse diyee hayalin bini bir para iştee..
Ya sonra noluyo biliyo musunuz! Düşünce ordinatlarımın sağ üstüne soldan kapaklanmış, iğne, çuvaldız, şiş hatta bıçak ve hatta satır saplasan patlamayacak ebat ve nitelikte bir düşünce balonu daha beliriyor tepemde! Düşünce balonu dediysek öyle zırt diye beliren yazı karakterleriyle kendini metne dökmüş bir kapsama alanını içermiyor kendisi. Yine gayet film karesi tadında benim ‘Canon, Eos’ kelimelerini duymamla salgılanan mutluluk hormonlarıma böyle çikölataları basıp basıp geçip bööle tepeme tepeme kapaklanan bi baloncuk işte! Kendimi vahşi doğanın uysal ceylanlarını fotoğraflamak için bir ağacın dalında maymun gibi sallanırken görüyorum. Hatta pek sevdiğim öküz başlı antilopları yan profilden fotoğraflıycam diye öküzlerle baş ederken görüyorum kendimi, aslan krala ramak kala!

10 Ocak 2012

Bazı İnsanlar Tanıdım Durdum Yoruldum!

Bazı insanlar tanıdım, hep bazısı olarak kaldılar unutuldular, yitirdiler benliklerini bende..
Bazı insanlar tanıdım, bazılıklarını kişiselleştirip, benimle varoldular, bana kattılar benliklerini..
Bazıları ise hep yalanlar, dolanlar, bağırtılarla geldi ve yüksek dozajda bir yok oluş savurdum benliklerine..
Bazılarını çok sevdim, senlik benlik kavgamız olmadan hep biz olduk, bizliklerin kıyısında çayır çimen geze geze yorulduk..
Bazı insanlar tanıdım, sırf yanımda olmak için yanımda oldular, sonra da zamanı gelince yanlarım doldu ve yalan oldular..
Bazıları bazı zamanlarda benim bile sıkıldığım benliğimi alıp ceplerine doldurdu, benimle varoldu..

3 Ocak 2012

Pamuk'un Kafasını Aynaya Sürtsem Kıvılcım Çıkar mı!

Aynanın karşısında geçirdiği vakit kadar kitapların başında otursa bilim kadını olabilecek hatunlar var dünyada! İşte ben onların kafasından istiyorum hacı!
Benim ayna karşısında durabilitem beş dakka hadi bilemedin on dakka. Bundan daha fazlası benim kafaya, göze, elime ayağıma hatta dalağıma, böbreeme bile zarar valla!
Ne biliyim aynaya kafa atabilitem var mesela ‘niye koca kafalıyım ben la!’ diye. Ya da aynanın dile gelmesini beklemek yerine ‘kızım senden daha güzel ne pamuklaar ne prensesler var teheeeey’ diye itirafı basıp, yedi cücelerin peşine düşebilirim mesela! Pamuk prensesi bulup dalağını, böbreğini kendimle takas edip hiçbir parmak izi bırakmadan tüyebilirim ortalıktan…
He ama bana ayna yerine kitap, defter başında, elinde kalem otur deyin siz deyin üç gün, ben deyim beş gün üfüüüüüü..! İşte o zamanda ‘kızım sema sen ne harika bi zekâ küpüsün, elemterefiş kem gözlere şiiiş’ diye böbürlenip kendimi öpesim geliyor. Mütevazılık bedava!