28 Nisan 2012

5 Ayakkabı, 3 Tişört, 7 Çanta.. Yok mu Arttıran!


Alışveriş bir hastalıksa acilen tedaviye ihtiyacım var!
Biz hatunlar hep onu, bunu, şunu bahane ederek mutlu olmak için kendimizi alışverişe verdiğimizi iddia ederiz ama alışveriş ruhu kaç saat mutlu eder ki! Birkaç saat hadi bilemedin bir ya da birkaç gün.
Peki ya sonra?
Aldığım bi çantaya birkaç saat bakıp mutlu olmuşluğum var ama aradan bikaç gün geçipte o çantaya alıştıktan sonra ‘iyki almışım ben bu çantayı, ayy ne mutluyum!’ demişliğim yok. E bu durumda hemcinslerime ve dişi oluşuma layık olarak ‘sıkıldım ben bu çantadan yeeağğ yeni bi çanta almam lazım’ triplerine girmem kaçınılmaz.
Yani bu durumda para mutluluk getirmiyor denemez aksine gayette böyle kocaman kocaman getirir ama parayla satın alınan malların getirdiği mutluluk geçici mi oluyor ne!
Aslında belki de bir ayakkabı yerine sinema bileti, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine tiyatro oyunu bileti, son model bi telefon yerine bissssürü konser bileti vs.. Kısaca mal sahibi olmaktansa tecrübe sahibi olmak, hayatı hep üstlerde dolu dolu yaşamak adına para harcamak! Yani bu piknikler, tiyatro oyunları, konserler kısaca farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltir. Ve hatta gittiğimiz sinemadaki izlediğimiz filmi aradan bikaç gün geçtikten sonra hatırlayıp ‘ayy ne güzeldi’ diyerek mutlu olabilitemiz bile var! Ama yapamıyoruz işte. Hayata tüm şeffaflığıyla karışıp, kendimizi bu para harcayarak modernleştirme levellerinden alıkoyamıyoruz. Her şehirde en az bitane bulunan ve bir ünlünün deyimiyle ‘pasaj irisi’ olan AVM’lerde ömür törpülüyoruz. Buluşmalarımız, sosyalleşmelerimiz, gezmelerimiz hep oralarda..

27 Nisan 2012

Konumuz 'Kedi' ise Halaybaşı Benim :)



Benim gibi kedilerle içli dışlı olanlar bilir onlar hakkında öylece, dümdüz genelleme yapılmaz, yapılamaz! Her biri ayrı karaktere sahip, asil birer bireydir. Hayatıma girmiş tüm kedilere ayrı ayrı güzellemeler yazabilirim aslında, öyle çok seviyorum onları. Ama bazıları beni güzellikleriyle çokçana büyüleyip, sevgiden hayranlıktan ölebileceğim tavan yapmış duygularımla öylece dımdızlak bırakıveriyorlar başuçlarında. Sokakta filan görüyorum mesela, seviyorum da seviyorum. ‘Anneeeeeeeeeğm’ diye hara güre yanaşıp, tuttuğum gibi fazlacana içimden taşan duygularımla önce okşayıp, sonra biraz hırçınlaşıp mıncıklama moduna geçip sonrasında da beni tutan olmazsa tepeme çıkartacak kadar fazla samimi olabiliyorum. Hani biraz yavrucak biraz da şımarıksa kendisi kucağımı sahiplenip önce bi güzel yayılıp sonrada tee yüreğimin, kalbimin dibiyle bağlantıyı kuruveriyorlar ve sonrada aklım gidiyo ‘şimdi ben bunu nası bırakıp gidicem’ diye..

Hele ki birde onların bu sonsuz güzelliklerini betimlemek istersem en janjanlı, en dıpsdırık kelimeler hizaya geçer valla ‘beni yaz beni yaz’ diye; Kül rengi, ön ayakların bitiminde gümüşe çalan minik patiler.. Dinleyerek, algılayarak öne arkaya oynayan, dikilip mumlu gibi duran simli kulaklar.. Kuyruğunun ucu ise sanki diğer organlarının alamadığı bi mesajı alıyormuş gibi başka bi boyutta sallanan bi tüy yumağı.. Gözlerinin içinden bir ışık süzmesi fırlatıyormuşçasına kiminde yemyeşil, kiminde masmavi cezbeden bakışlar.. Sevgiye ihtiyacı olduğu ağzının bitimindeki çenesini kıvırışından bellidir ve pamuktan daha pamuk tüyleriyle, kadifemsi bi şeker tadı kalır parmak uçlarında.. Hava kadar hafif, tüm dikkatiyle oturup, tüyleriyle, bıyıklarıyla, kulaklarıyla ve bütün varlığıyla bakar, işitir, hisseder, koklar, içine çeker, kendine hayran bırakır beni ‘tüm kedi’ler!’

7 Nisan 2012

Sevinmeyi Fosforlayalım!

Hayatta yaşanmış her anın altını fosforlu kalemlerle çizmeyi nede çok severim. Her duyguya, her renge yer vardır bende. Mesela şimdi yemyeşil ojeli ellerimle j’leri k’leri fırfırlayarak yazarken nice duygunun esiri olmuş hayatlarımızla birbirimize ne türlü etkilerde bulunduğumuzu düşünüyorum.. Ne de çok yaşanmışlığın altını çiziyoruz aslında farkında olmadan.. Belki kalemlerimiz fosforlu değil ama sonuçta hep birbirimizin hayatlarına dokunarak yapıyoruz bu ‘yaşamak’ işini ve fosforluyoruz birbirimizi!
Bazen üzülüyoruz-üzüyoruz, bazen hüzünleniyoruz-hüzünlendiriyoruz, bazense küplerimizi küreselleştirip deli gibi sinirleniyoruz-sinirlendiriyoruz.. Ama ne yaparsak yapalım kendimizi başkalarına bulaştırmadan yapamıyoruz.  Bazen yolda yürürken ağlayarak yanımdan geçen olduğunda ‘merak etme geçecek!’ diyen olmak istiyorum ama yüzde çok ihtimalle ‘sanane be!’ tepkisini alacağımı bildiğim için bunu yapmak içimden gelmiyo artık. E nede olsa modern zamanların kapanlarına sıkıştığımız son zamanlarda başkalarından şeker almak ve onlara şeker uzatmak çok tehlikeli oldu! Ebeveynlerimizin bizi her fırsatta tanımadıkların-tanımadıkların-tanımadıkların diye uyardığı kişileri yabancısallaştırdık ve hatta tehlikeselleştirdik.

2 Nisan 2012

Vıjjjt Dedik Bittiii!

Arkadaşımın ‘aa nur bak bu şarkı güzelmiş bi dinle belki seversin’ dediği şarkıyı sevmediğime karar verdiğimde daha şarkının 36. saniyesindeydim. İnternette sonuna kadar izlediğim video sınırlı sayıda. Bide hızlandırma, ilerletme düğmesi varya iyki var o düğmeler! Yoksa nasıl sabreder beklerdik hiç bilmiyorum bu maymunsu sabırsızlığımızla.. Tabağımdaki yemeği sonuna kadar bitiriyorum o ayrı. O tamamen benim doymayan midemin kara delik tavrı takınması ama böyle sonuna kadar gidememe gibi bi üşengeçlik mi deseeem yoksa ‘aman sonu belli işte’ meraksızlığımı deseem böyle bohem bi klişe yapışmış üzerimize atamıyoruz! Bi sabırsızlık bi maymun iştah teşhisi koydum hepimize ve sonrasında kendi kendime şöyle bi diyalog geçirdim içimden;
Ben: Çabuk mu karar veriyorum ya ben!
Yine ben: Yok canım niye çabuk olsun ki, tam kararında işte !?
E yine ben: Ayy  yok yok tahammülsüz pisliğin tekiyim işte altı üstü 2 dakikalık şarkıyı sabredip sonuna kadar dinleyemiyorum!
Tabii ki de ben: Dinlersin de işine gelmiyo tabi çakaal!
Kendim olan ben: Amaaan ne halin varsa gör.