Yalnız insanların özgürlüğü bambaşkadır. Belki sizin de
kendinizi yalnız hissettiğinizde aslında
birazda güvende hissettiğiniz
olmuştur. Bazen de varlıksal anlamda yalnızlığın dışında insanların bir arada
olduklarında birbirlerini anlamaları için konuşmanın muhakkak surette lazım
olmadığını düşünüyorum. Bu noktada bazı şairlerin, tabiatın güzelliği
karşısında yanlarında konuşmadan yürüyecek birini aradıklarını anladığıma
kanaat getiriyorum. Gerçi bunu anlamak için tabiattan melül bir insan olmak
gerekir değil mi? :)
Neyse bırakalım bu anlaşılması ve uygulanması zor insan
ilişkilerini. Tabiat ve doğadan bahsetmişken kafamın içinde yaşattığım ve
iletişimimin kuvvetli olduğu Christopher Mccandless duygulanımlarımı
dillendireyim size biraz. Ne zaman böyle bir konu açılsa hep söylediğim gibi
ben bu dünyadan ağaçları, mesela Lübnan’ın ulusal simgesi olan sedir ağaçlarını
anlamadan gitmek istemiyorum. Ya da İtalya’da Toskana bölgesindeki dünya miras
listesine girmiş olan altı noktayı gözlerime doldurmadan da gitmek istemiyorum.
Günlük yaşamda bir kasabın virtüöze dönüşebilmesi veya alışverişe gitmekle
müzeye gitmek arasındaki farkın silikleşmesi gibi bir hissiyata bürünmeden her
hücremden sağlık fışkırsa yine de bu isteklerimden vazgeçebileceğim aklıma
gelmez. Mesela İngiltere’nin en ılıman iklimine sahip bölgesi olan Cornwall’ın
yüksek uçurumlu sahillerini, balıkçı kasabalarını, gizli koylarını görmeden bu
dünyadan gitmek sizce de çok yavan olmaz mı?