28 Kasım 2011

Kaleminize Can Kurban!

Sen yüzüne sürgün olduğum kadın diyerek baştan ayağa bir aşk akımı anlatılacaksa eğer Cemal Süreya vardır aklımda fikrimde.
Ya da Dokuza Kadar On diyerek avuç içi kadar kelime ile ucu bucağı bilinmez bir dünya ise söz konusu o halde Özdemir Asaf.
Veyahut kabullenip satır sonlarını, loş bahçeler, akşamsefaları söyleşin benimle gelmiş bulundum bir kere denilecekse işte burada Edip Cansever’den bahsetmenin tam sırasıdır.
Ve çekingen tutuk saygılı bile olsa yarınlara bırakılmışta olsa sevgi illede sevgi bağlamında elim gider Behçet Necatigil’e…
Oysaki gökyüzünün mavisi, yaprağın sarı dökülüşü ya da yağmur, eşik, raks Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kalemine yakışır en çok. Yaprakların güneş ve ölüm rengi, sen kalbini dinle, ufuklara bak diyerek.
Ya sen fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmeyen Necip Fazıl Kısakürek! ‘Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız, ruhuma büyük temel çivisini çaktınız’ diyorsun ya tüm çivilerin iz sürüşüne nazaran ruha işleyen mısralarınla.
Yaşama sevinci duyuluyorsa cümlelerden ya da isli puslu bir ölüm veyahut yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, çocukluk özlemi… Cahit Sıtkı Tarancı’dır o yüksek sesli satırların kahramanı. ‘Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün’ diyerek yarı ömrümüzde şiirine denk düşüren doğum günümüzün bile başkahramanı.
Ey bunca yaşım, eğik başım, yüreğim kalemim dediğim bu hayatta ahenkle sıralayıp mısralarınızı gönlümde taht kurup ruhuma derin bir yol açmışsınız üstatlarım!
Onu sevdim sana özendim diğerini kıskandım ötekine baktım bunu gördüm dedim hep siz siz siz varsınız. Yaşanılası hayatımda her aralık ‘ŞİİR’ !…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder